15 Kasım 2013 Cuma

RKBT 2. Gün || İlker Balkan / Umut, Kadın ve Kristal Gül _ Tufanda Aşk Ezgileri _ Kör Kuyu || Yazarla Röportaj || Çekiliş




Yazarla Röportaj 



1- İlker Balkan kimdir, bize biraz kendinizden bahseder misiniz?


Bu aslında pek de hoşlanmadığım bir soru. İnsanın kendisini belli etiketlerle sınırlamaya çalışması ve bir kalıbı benimseyip bunu karşısındakine aktarma gayretini her zaman yadırgamışımdır. Kendimi ifade etmek konusunda ya da yaşamdaki duruşumu belirtmek konusunda her zaman cömert olmuşumdur oysaki. Yine de birkaç cümle edeyim isterseniz kendi adıma. Akademik olarak mühendislik eğitimi alsam da bunun sadece eğitim sisteminin çarpıklığı olduğunu anladığımdan beridir yazarlık, yayın yönetmenliği ve çeşitli konularda eğitimler veriyorum. Aynı zamanda yaklaşık on senedir de çeviri yapıyorum. Bu süreçte üç roman, bir öykü, bir şiir, iki tane de kişisel gelişim-iş kitabı yayınladım. İyi bir okurum ve bilimden, özellikle de bilim felsefesi, fizik, antropoloji ve astronomi ile evrimsel biyolojiden ciddi haz alırım. Ancak romanlarım daha çok kişisel gözlemlerim ile ilgilidir. En büyük projelerim olarak sürdürdüğüm birkaç antropolojik roman çalışmam da yok değil; kendimi yazı konusunda eğitmeye gayret gösteren, çocuk ruhlu biriyim işte.











2- Yazmaya nasıl başladınız?


Hatırlamıyorum aslında. Kendimi bildim bileli yazıyorum. Yazıyla ya da edebiyatla ilişkim daha okula bile gitmezken başladı aslında. İlk okulda bile kendi çapında çocukça öyküler yazar, bunları fotokopide çoğaltır keser, katlar zımbalar kitap yapardım. Küçük, fon kartonundan kapakları olan tatlı kitaplar. Yayıncılığa başlamamla yazarlık serüvenim ve tabii bir okur olarak yazıyla olan bu uzun yolculuğum sanırım kendimi bildim bileli benimle. İçine kapalı bir çocuktum ben, hâlâ da öyleyimdir. Kendimi çok kolaylıkla ifade edemem duygusal konularda. İş hayatındaki netliğimi kendi duygularımda, düşüncelerimde bulamıyorum. Çocukken de böyleydim. Çok kitap okuduğum için arkadaşlarım benimle neredeyse dalga geçtiklerinden bunu geliştirip yazmanın ve yayınlamanın da içinde olduğu bir gerçeklik oluşturdum kendime. Zihnim, etrafımı anlamaya başladığından beri içimde olan bir şey yazı.



                                                                                         
 3- Yazdıklarınızı yayınlama süreci nasıl işledi? 



İlk kitabı yayınlamaya karar verdiğimde, ergenlik dönemindeydim. Pek çok yayınevine dosyamı yolladım ama kimseden bir yanıt alamadım. O günlerde bu kadar çok yayınevi de yoktu, internet, e-posta filan da. İlk romanımı daktiloda yazdım, ikincisini de daktiloda bitirdim. Ancak üçüncü romana geldiğimde artık bir bilgisayarım vardı. Dördüncü romanım olan Umut, Kadın ve Kristal Gül’ü de bu bilgisayarda yazıp, ilk romanım olarak, yayın yönetmenliğini yürüttüğüm ve girişimcisi olduğum yayınevinden yayınladım. İlk üç romanım, güzel birer hatıra olmanın yanında benim için birer okul gibi oldular. Dille, kurguyla ilgili sorunlarımın pek çoğunu onlar üzerinde çalışarak hallettim. Zaten hep çok yazan bir yazar oldum yazmaya başlayınca. Ama sonra editör yönüm gidiyor devreye ve kitabı neredeyse yarısına indirip tekrar yazdırıyor bana. Bu benim hayatımın anlamı. Birilerinin zihnimden geçenlere değer vermesi, okuması hoşuma gittiğinden belki de yazdıklarımın bazılarını yayınlıyorum.








4- Kitaplarınızda işlediğiniz olaylar ve karakterler gerçek mi yoksa hayal ürünü mü?



Ben gerçekçi bir yazarım. Bu yüzden de iyi bir gözlem yapmaya çalışırım daima. Karakterlerimi de gözlemlerim. Gerçek kişiler gibi tepki verebilmelerini sağlamak yerine, önce onları anlamayı seçerim. Bu belki dikkatinizi çekmiştir okurken, kişisellik ön plandadır romanlarımda, yazarın zihni yerine, karakterlerin kalplerini okuyabilirsiniz. Soruyu herhangi bir karakterin, baskın özellikleri yönüyle tanıdığım birini çağrıştırıp çağrıştırmadığını sorarsanız yanıtım olumsuz olur. Karakterlerim de hepimiz gibi şahıslarına münhasır kişilerdir. Ama tabii ki her karakterin hemen her özelliğini bağımsız olarak taşıyan insanlar vardır. Kurgu zaten böyle bir şey. Gerçek hayatı kolajlıyoruz yazarken.








5- İlgi alanlarınızı sorsak peki?                                              




Bilgiyi ve sanatı severim. Üzerinde düşünülebilecek, doğayı, evrenin kendisini ve içindekileri anlamama yardımcı olabilecek her şeye ilgi duyarım. Spordan, şiddetten ve katı kurallardan pek hoşlanmam. Bunları içermeyen her şeye varım. Müze gezerim bolca, bir ağacın şeklini incelerim bazen durup, denizdeki dalgaların çizdiği motiflere bakıp, bu dalgayı yaratan tüm o kompleks etkileri tasavvur etmeye çalışırım. Size garip gelecek ama doğa ile aramızda bir şeffaflık var ve aramızdaki tek şey zihnimizdeki perde. Onu kaldırabilirsek, hayattaki herhangi bir şeyden zevk almamak da pek mümkün değil.








6- Eminim okumayı seviyorsunuzdur neler okursunuz?



En korktuğum soru bu çünkü çok adetli ve çok çeşitli başlıklarda okumalar yaparım. Az evvel de dediğim gibi, yaşamı anlamama yardımcı olacak her kitaptan zevk alırım. Romancı olarak ise öyle temelden öykündüğüm kimse yok; biraz ukalalık olacak ama yazdığım tarzda zaten örnek alacak çok kimse yok. Ben daha çok klasik İngiliz ve Amerikan edebiyatını severim ama. Özellikle Charles Dickens, Virginia Woolf, Thomas Hardy, Henry James, Edith Wharton, Jane Austen, D.H. Lawrance ve John Buchan bir çırpıda aklıma gelen ve kendi dillerinden okumaktan haz aldığım ve yazarlıklarından çok şey öğrendiğim kalemler olarak ayrışırlar. Tabii daha modern okumalar da yapıyorum şüphesiz. Son dönemde okuduğun Ceasere Aira, Salman Rushdie, Booth Tarkington, Georges Perec, Ian Banks, Ian McEwan, Paul Auster ile Amin Maulouf da geçtiğimiz ay içinde okuduklarımdan örneğin. Bir de felsefe ve bilim okurum. Sanırım bundan, romanlardakinden de fazla keyif almaya başladığımı da itiraf etmeliyim. Carl Sagan okumasaydım bilgiye ne kadar aç olduğumu fark etmeyebilirdim belki de…





















Yayın evinin kurucusuyum. Sonradan şirketin ortaklık yapısında çok ciddi değişiklikler olsa da, 2005 yılında ben kurdum. Baştan beri mutfaktayım yani.











8- Anlatımlarınızda süslü bir anlatım var bunu seçmenizin özel bir sebebi var mı?





Süslü değil de sanatlı bir anlatım olduğunu söyleyebiliriz belki ama sanırım sadece Tufanda Aşk Ezgileri için. Diğer iki romanın dili bence ondan çok farklı. Aslında hikâye ve karakterler ne istiyorlarsa ben de onu yazıyorum, öyle yazıyorum. Bir de az evvel saydığım yazarlara bakarsanız, en genci benim 3 katı yaşımda. Edebiyatın içine ister istemez bu dilsel alışkanlık sıkışıyor. Bir de roman da bir sanat türü, bunu dilde göstermeyeceksek, yalnızca konu ve karakterlerle yapmak zor. Bir sürü hızlı yazılmış çok satar roman okuyoruz. Kaç tanesini Kafka’nın Dönüşüm’ü gibi ya da Dickens’ın Oliver Twist’i gibi hatırlıyoruz daima. Bu anlamda kalıcı karakterler yaratmak hevesindeyim sanırım. Ama bilinçli değil yani bu, tamamen bilinçaltı bir heves.







9- Aynı zamanda kitaplarınızda içe dönük yolculuklar var, neden bunu tercih ettiniz?





Zihnimizde algıladığımız dünya ile gerçek dünya çok farklı yerler. Peki hangisi bizim için daha anlamlı? Gerçeğin kendisi mi algıladığımız şekli mi? Ben gerçeğin kendisini seçerdim ama yine algılayamadıktan sonra tüm gerçek tam karşımda dursa da bir anlamı yok. Bu yüzden olayları bir kamera kaydı gibi değil de, birer tanık gözünden anlatılıyormuş gibi yazmayı seviyorum. Karakterlerimin zihinlerine girebilme hakkını elde etmek elbette meşakkatli ama bence insanlık için daha değerli bir birikim ortaya koyuyor. Hele de birbirimizi anlamaktan bu kadar uzaklaştığımız bir çağda…









10- Romanlarınızın hepsini göz önüne alırsanız en sevdiğiniz ve en sevmediğiniz karakterler hangileri oldu?




Yazması en zor karakter, Umut, Kadın ve Kristal Gül’ün isimsiz erkek karakteri oldu ve sanırım en sevmediğim karakter de o. Modern kent yaşamının bize dayattığı rutinden sıkılan, aciz ve dengesiz bir plaza insanı. Kararsız ve bence irkiltici derecede de sevimsiz bir tarafı var. Kör Kuyu’nun Nilgün’ü ile yarışır sevmediğim sırada. En sevdiğim karakteri ise sanırım şu an yazıyorum. Yeni romanım Elveda Çocuk’un çocuğu Mert. Bence en bana yakın, en benim gibi karakter o oldu. Yayınlanmışlara bakarsak da açık ara Kör Kuyu’nun Funda’sı derim. Öyle bir kadın gerçekten var olsaydı, onunla bir ömür geçirmekten ve yaşlanmaktan, onun gözlerinin içine bakarak bu dünyadan göçüp gitmekten gerçekten mutluluk duyardım.









11- Çok başarılı ve grafiği sürekli yükselen bir yayın evinin arkasındaki önemli kişilerden biriniz. Yayın dünyasını nasıl değerlendiriyorsunuz?



Böyle görüyorsanız ne mutlu bize. Yayıncılıkta sekiz yıl geride kaldı, artık dokuz yaşında bir yayınevi olduk ve bu süreçte 90’a yakın kitap yayınladık. Bir öz eleştiri yapmak gerekirse, çok daha iyisini yapabilir ve daha bilinen, popüler ve çok kazanan bir yayınevi olabilirdik ama ben daima kendi sevdiğim kitapları yayınlama ve yayınlatma gayretinde oldum. Çok iyi bilim ve edebiyat kitapları yayınladık, yeni soluklara da hayat verdik ama ben çok satar serimizde bile edebiyatı, kalemi güçlü olmayan yazarları yayınlamak istemedim. Geçtiğimiz beş altı yılda heveslenip da benim tutumum nedeniyle yayınlamaktan vazgeçtiğimiz, sonra başka yayınevlerinde deyim yerindeyse adeta patlayan pek çok kitap oldu. Bu bir artı mıdır, yoksa ticari bir hata mıdır, bunun yanıtını almak için daha bir on yıl beklemek gerekecek sanırım.

Yayın dünyamız ise bence talep ve ilgi azlığının cezasını çekiyor. Benzer nüfus değerine sahip İtalya ve Fransa ile aramızdaki uçurumu nasıl kapatacağız? Bunu konuşmamız gereken yerde bugün temel sorunlarımızdan bir tanesi dağıtımcıların yayıncı olup bağımsız yayıncılara iltifat göstermiyor ve ödeme yapmakta ticari etik dahilinde davranmıyor oluşlarıdır. İkinci önemli etken ise, fiyatlar. Okurun yakındığının aksine, üzerinde bu kadar emek olan, sabit maliyet ve dağıtım gideri olan bir ürünün bu kadar düşük bir ücret ve küçük bir kâr oranı ile satılmaya çalışılıyor oluşu, yayınevlerine editör, redaktör, grafiker çalıştırmadan, gerekli olanı yalap şalap da olsa dışarıdan ucuza getirerek tekneyi yürütme zorunluluğu veriyor. Kaybeden aslında yine okur oluyor, nitelik problemi bugün en büyük yayınevlerinin bile sorunu haline geldi. Üçüncü ve en büyük neden de korsan yayın ile marketlerde, fuarlarda satılan ucuz kitaplar… Bunların niceliği kötü o ayrı ama örneğin Tolstoy’un 500 sayfalık yayınını 3,90 TL’ye gördüm geçen hafta sonu bir hipermarkette. Bunun %50’si dağıtım ve market payıdır, kalanı kağıt parası etmez. Bunu kim çevirdi mesela? Bugün Savaş ve Barış’ı yedi sekiz bin liradan aşağıya Rusçadan çevirmezler. Çeviri çalıntı ve üzerinde de saçma sapan oynanmış. Bunu okumanın kimseye bir faydası olmadığı gibi yalan yanlış çeviri ve kötü malzeme de okuru okumaktan soğutur zaten.

Bu konuda daha günlerce konuşulabilecek mesele var elbet ama okurları da sıkmayalım. Ama buradan rica edelim, ışık gördükleri yayınevlerini desteklesinler. Bu yine kendilerine ve toplumun geneline faydalı olacaktır. 








12- Bundan sonraki planlarınız neler peki, bizi nasıl sürprizler bekliyor?



Birlikte ilerleyen birkaç roman projem var. Bunlardan çok fazla bahsetmek istemem ama ülkenin yakın tarihine de biraz ışık tutan dram türü romanım Elveda Çocuk en sıcak olanı. Yine içe bakışı olan, karakterleri güçlü, kurgusu derin ve katmanlı ve geri dönüşlerle örülü bir roman. Bunun yanında bu yıl içinde öykülerimden bir kitap derlemek de istiyorum. 2014 sonuna doğru da en eğlenceli romanım diyebileceğim Nazenin Bir Âşığın Hararetli Hikâyesi yetişecek umarım.

Bunun yanında bilimle ilgili bir kitap yazıyorum; bir de daha evvelki bilimsel yazılarımdan derlediğim bir başka kitabım olacak ki bunları da eş zamanlı olarak yayınlamayı istiyorum aslında. 

Ben çok üretken bir yazarım ama sorunum, yazdığım metnin bittiğine ikna olamamam. Bunu da aşarsam, sanırım daha çok kitabımı okuma şansı olacak okurlarımın.


ÇEKİLİŞ

1 yorum: